Zıtlıklar Ortadan Kalktığında Geriye Ortalama Kalır
Ortalama üzerine düşünmek asıl ilerlemenin başlangıç noktasıdır.
Merhaba, nasılsın? Artık tarihler biraz kendi vaktinde olmaya başladı. Ben bunu kendi zihnimin dayatılan sistem yerine sistemin benimle kalibre olması olarak bakıyorum.
Hani bir şeyler dank eder ya sen de nasıl yani daha önceden de ben bunu biliyordum dersin. O zaman niye şimdi bu kadar çarpıcı geldi diye sorarsın kendine. Ben de öyle bir an yaşadım kendi içimde.
Yılbaşına bu kadar yaklaşmışken yılbaşının anlamına bakmadan olmaz diye düşündüm. Yılbaşı MÖ 2000 yıllarında Babil halkı tarafından Mart ayında ekinoksla birlikte baharın gelişinde kutlanırmış. Sonra Mısırlılar temmuzda Nil nehrinin taşma zamanında kutlamaya başlamış. Bu da ilginç bir bakış açısı insan selin neresini kutlarsın diye düşünmeden edemiyor.
Modern yılbaşının temeli ise Roma dönemine dayanıyor. Sezar tarafından kullanılmaya başlayan Julian Takviminin başlangıcı olduğu için kutlanmaya başlanmış. Romalıların evrenin muhafızı olarak gördükleri başlangıçların ve sonların tanrısı olan Janus’a adanmış sonradan bu kutlamalar.

Okuduktan sonra bir sevdim aslında yılbaşlarını. Anlamlı bir yere oturtmuşlar diye düşündüm.
Ama zihnimde şöyle bir soru yankılandı. Evren iki yüzlü değil ki çok yüzlü. Yani evrenin muhafızı olmak istiyorsan baykuş gibi kafanı her yöne döndürmen gerekirdi gibi. Yani geçmiş ve geleceği tutarak evreni muhafaza edemezsin.
Şimdide olanlar kimin kontrolünde olacak o zaman. Aslında bu zihnin kısır bir döngüsünü de gösteriyor. İnsan ikilikler üzerinden düşünmeye çok alışıktır.
Örneğin matematikteki ikilik ve her şeyin 1 ve 0 üzerine kurulu olması. Kuantum fiziği bunun başka bir boyutunu daha eklemiş. Ama gündelik hayata aktarımı yeni yeni oluyor.
Yani şimdiye kadar hep geçmiş ve gelecek yeterliydi. Her şey tekerrür eder ve insan bir döngünün içinde olmasına rağmen döngüde olduğunu farketmezdi. Oysa şimdi her günümüz sanki deney faresiyiz ve bizi bir çemberde döndürdüklerini biliyor ve onun acısını hissediyor gibi geçiriyoruz. Labirentte olmanın en kötü yanı labirentte olduğunu farketmektir ya hah tam olarak böyle geliyor bana her şey.

Bu döngüde olmak bitmeyen bir hiçlik gibi hissettiriyor. Hiç olmadığımı biliyorum ama hissedemiyorum.
Dünyadaki her canlı ve cansıza ait olduğumu hissediyorum ama beni ben yapan şey ne bilmiyorum ve insan gibi hissedemiyorum. Yani tam anlamıyla insan olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum. İnsan olma bir varış noktası mı yoksa öldüğünde tamamlanan bir yolculuk mu onu da tam kestiremiyorum.
Ama bugün şunu anlıyorum ki eğer zihnimizin hayatta kalmak için bulduğu kategorizasyon yaparken kolaylık sağlayan zıtlıklardan arınırsak ortaya çıkan şeyler insanı insan yapan şeyler olacak gibi.

Örneğin; iyi, kötü, güzel, çirkin, erkek, kadın, kısa, uzun, şişman, zayıf, güçlü, güçsüz, uzak, yakın vb.
Bunlar olmadan insan nasıl tanımlar bir diğerini. Kendi olmayanı bile sürekli kıyaslama yaparak anlayan bir canlının dışına çıkmak mümkün mü?
Bu aralar okuduğum “Bitkinin Zekası” kitabı mümkün olduğunu söylüyor. Bitkilerin ortalama 15 duyusunun olduğundan bahsediyor. Bizde sekiz tane var. Ki bence biz de daha fazla var ama henüz isimlendirilmemiş ve keşfedilmemiş.
Yaban düşünce kitabında afrika kabilesinde yaşayan bir insanın yeşil rengini ayırt etmesini sağlayan yirmi otuz kelimeye sahip olduğunu söylüyor. Yani insan ayrıntıları daha iyi anladıkça aslında veri edinme ve o veriyi işleme kapasitesi de artacak. İşte o zaman uçlarda gezmek yerine ortalamada mümkün olan en derin anlam ortaya çıkacak.
Ve yaşam ortalamada yükselecek.
Ohoo Hatice ne çok uzattın bu konuların beslenme ile ilgisi ne derseniz?
Aslında ben bakteri, virüs, bitki, hayvan, mantar, mineraller, hava, ateş gibi dünyadaki her şeyle birlikte yaşamanın kurallarını beslenme ile aktardığımızı düşünüyorum. Cinsellikten bile en önde gelen şey bu. Beynimizin gelişmesini sağlayan şeyde bu beslenme yöntemlerinin aktarılması. Peki insanlığımızı geliştiren şey ne bedenlerimiz. Bedenlerimiz derken neyi kastediyorum. Duyularımızdan bahsediyorum. Yani kulağı iyi duyan biri çok iyi notalar yapıyor. Doğanın ritmini insanlar arasında yaygınlaştırıyor.
Sanki onu dinlerken her şey bir ahenk içinde geliyor. Ya da dokunma duyusu çok iyi olan biri hastalıkların fark edilmesinden tutunda kumaşların dokusuna kadar birçok olanda bilgi üretiyor.
Tat ve koku duyusu ikisi birlikte birçok anlama geliyor. Tek başına da bir sürü anlama geliyorlar ve hayatın şekillenmesi için oldukça önemliler.

Ben bir yıldır yazarken şunu farkettim. Aslında beslenme birçok duyunun aynı anda kullanılması ve kişinin kendi verisini üretmesi demek. Hal böyle olunca da aslında insanlığının gelişmesi anlamına geliyor. Beslenme sanatta işlendiği gibi bazen cinselliğin doyurulduğu yer bazen de vahşi yanının yansıması oluyor.
İnsanlığın salınım noktasının tam ortasında gibi geliyor bana. Çünkü oluşturulan en temel insanlık becerilerinin beslenme üzerinden şekillendiğini düşünüyorum.
Maymundan insanlığa geçiş bir günde olmadıysa ki Darwin olmadığını söylüyor gerçi ben evrimin darwin kadar yavaş olmadığına inanlardanım. Bence evrimsel süreç çevresel şartlara bağlı daha hızlı gerçekleşiyor.
Maymundan insana geçerken aktarmak istediğimiz en temel bilginin beslenme olduğunu inandığımı farketmek beslenmeye daha başka bir gözle bakmamı sağladı.
Ya tek bildiğiniz dil yemekse diye bir yazı yazmıştım. İşte şimdi tüm insanlığın bildiği tek ortak dil yemekse ve aslında bizi birbirimizden ayıran şey sadece yemekse. O zaman her şeyin anlamı değişmez mi?
Şu an küresel bir beslenme düzenine geçiş varsa o zaman herkes herkesleşiyor ve yeni bir dünya ve yeni bir insan dili oluşuyor diyebilir miyiz?
Doğu ve batının birleşmesi, kuzey ve güneyin bir olması, Meryem’in bakirelikten, isanın ise tanrının oğlu olmaktan vazgeçip insan olması demek değil mi bu?
İnsanın içindeki tüm hayvanlar çıkarsa ormanın kralı olma çabası da bitmez mi?
Ya insan hepsi olduğunu kabul ederse dünyadaki sistem nasıl şekillenir?
Stephin Hawking’in kolani kurmaktan başka bir çözüm yolu yok derken aslında bedenin olmayışının eksikliğini zihninin belirsizlikleri çözmek için böyle bir öneri sunmuş olabilir mi?
İnsanı insan yapan şey bedeninin ve zihninin birleşimiyle bir üst yapı inşa etmesi olarak düşünürsek buradaki bağlayıcılıkta duyular gibi geliyor bana.
Duyular dış dünyadan veri toplar, zihinde bu verileri işleyerek anlamlı bilgiler üretir. Bir sonraki nesillere aktarmak içinde elinden gelen her şeyi yapar.

Tarım devrimi olduğundan beri ilk defa glutenden zarar gören insanların sayısının bu kadar çok olduğunu düşünüyorum. Buğdayın beslenmede çok fazla yer almasından kaynaklı birçok insanda hastalık olmuştur ama adaptasyonla kalanlar daha iyi sindirebiliyordu. Bu da besinin çeşitliğini riske atmadan karnını doyurabilmek demekti. Ama şu an besinlerin varlığı bile risk oluyor. Bu da yeni bir besin devriminin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Yeni yılda biraz daha felsefik açıdan ele almak istiyorum beslenmeyi. Çünkü bir sürü bilgiyi derleyip size sunmak bana çok mantıklı gelmiyor. Bir sürü beslenme sitesi var onlardan okuyabilirsiniz. Gerçi ben yine de farklı derliyorum ama olsun yine de düşünme pratiği gibi değil de ödev gibi geliyor bazen.
Ama düşünce pratiği yaparken bu tarz düşündüklerimi ve okuduklarımı birleştirsem bana daha iyi gelecek. Çünkü felsefe yapmak sadece platon sokrates konuşmak değil her mesleğin kendi içinde felsefe yapması demek.
Beslenme de yeni bir bilim dalı olduğuna göre beslenme felsefesi yapmak kadar doğal bir ihtiyaç olmasa gerek.
Yeni yıl için heyecanlıyım. Bakalım neler olacak neler?
Hem ne kadar biricik olduğumuzu hem de sıradanlığımızı kabul ettiğimiz günler dilerim❤️
Bu seneki yolculuğa katılmasını istediğin arkadaşların varsa aşağıdaki butondan bülteni paylaşarak bana destek olabilirsin.
Sevgiler,
Hatice