Evlilik, Hastalık, Hayat Hepsi Varken Yemek Yiyoruz
Üretmek her zaman mümkün olmasa bile yemek mutlaka hayatımızın ve ilişkilerimizin temeli. Gündelik hayatta en büyük üretim alanı hala yemekler. Üzerine düşünmeye ve dert olmaktan çıkarmaya devam.
Merhabalar, nasılsın? Kışla ve soğukla ilişkin nasıl gidiyor? Ben Mersin’de bile sevmezdim kışı. Sabahları uyanmak benim için tam bir eziyet haliydi. Kalorifer büyük nimet sobanın yanında. Romatizma hastasıymışım meğersem şimdi geriye dönüp baktığımda anlıyorum nedenlerini bu denli nefret edişimi.
O kadar uzun zaman olmuş ki elime kalem kağıt almayalı. Kendimi çok susuz kalmış hissediyorum. Düşünmeyi unuttum sanki. İki aydır terapistle de görüşmüyordum. Her şey üzerime yıkılmış gibiydi. Tam anlamıyla ölü toprağıydı üzerimdeki. Bu kadar zor kışı en son 2017 senesinde hissetmiştim. Çok hasta olmuştum. Öksürüğüm hiç geçmiyordu.
Ben böyle zamanlarda dizi, film izler kendime kafamı boşaltacak bir yol bulurdum. Ama bu sefer sadece hastalık kaygılarım arttı. Onun dışında kendime iyi gelecek hiçbir şey yapamadım. Doktorların artık her şeyi kanser sanması ve sanki tüm dünya kanser salgını içinde kaybolmuş gibi olması da cabası.
Burdan da anlaşılacağı gibi hiçbir zaman hayat siz planladığınız gibi olmuyor. Oluncaya kadar denemeye devam etmek zorundayız. Geçen sene ay geri dönemem başladığım işi devam ettirmek zorundayım diyordum. Şimdi kendimi toparlamadan ne yazacağım ki elim akmıyor diyebiliyorum.
Ben kendi olmayı kendine iyi geleni yapmayı çok bilen biri değildim. Hep bir şeylere rağmen yapmaya alışmıştım. Şimdiler de hiçbir şeye rağmen yapmak zorunda değilim.
O yüzden size güzel bir haberle geldim. Bu bahar dönemi için ODTU’de İngilizce kursuna başladım. 2 ara sınav bir final varmış. Sanırım okula başladım farkında olmadan. Bir yandan iyi geldi bir yandan da ben çok yavaş anlıyorum sanırım dedirtti. Aslında derse bir hoca girdi. Kadın sadece İngilizce konuştu ve ben ders çıkışı Seyf’e konuyu İngilizce anlatırken buldum kendimi.
Bazen içselleştirilmiş davranışlar bir ışık gibi etrafa yayılır. Sizin ekstra öğretmek gibi bir çaba göstermenize gerek kalmaz. Ben bunu kardeşime onun için hayal ettiğim hayatı kendim yapmadığımı ve kendime istemeye hakkımın olmadığını düşündüğümü fark edince anlamıştım.
1.Neler iyi gitti?
Hiçbir şey iyi gitmedi aslında. Ama bu zor günlerde elbet geçiyor dedim. Kar altında açan kardelen gibi biraz olsun ışık görünce açabilmek istedim. Böyle içimin kıpır kıpır heyecanlı olduğu zamanları özlüyorum. Bıkmadan bir fikri savunduğum günleri. Çaresiz hissedince tadım tuzum kalmıyor. Sanki dünya üstüme yıkılmış gibi geliyor. Ama soğuklar bitiyor bahar geliyor.
Terapiste durumumu özetleyen bir metafor vardı. 3 senedir çocuk olan Hatice’nin dünyaya olan isyanı ve öfkesi vardı içimde. Hem aileme hem de kendime olan kırgınlıklarımı bırakmak istemiyordum. Ama son bir yıldır yavaş yavaş büyüdüğümü ve yetişkin olarak neler istediğimi farketmeye başladım.
İçimdeki korku köprüden önceki son çıkışı kaçırma korkusu, ama ben çoktan köprünün ortasına gelmişim. Çocukluğu bırakmaktan korkuyorum ama zaten çocukluğu çoktan bıraktım. Çocuk yanım hep başkalarına koşuyordu ama şimdi önce ben bir nefes alayım diyebiliyorum. Sonra sorumluluklar gelsin istiyorum.
Aferin bana çocuklukta yaşayamadığım hayatın yasını tutan Hatice’nin gönlüne sağlık.
2. Neleri iyileştirmek gerekiyor?
Çocukluğu bırakmak çocukken yaşadıklarını bırakmak öyle kolay olmuyor. Sürekli değişen yaşamda değişimle dans etmek en ufacık rüzgarla sarsılan biri için inanılmaz bir enerji istiyor. O enerjiyi verecek yiyeceği bulmak hele de düzenli beslenebilmek büyük meziyet.
Çocukluğumda bolluk ve yokluk zamanları hatırlıyorum. Köyde olmanın avantajı mı diyeyim dezavantajı mı bilmiyorum ama hiç istikrar yoktu. Ne para konusunda ne yiyecek konusunda. Her mevsim her şey olmaz, ya da bazen her şeyden bol bol olurdu. O yüzden içten içe hiçbir besine tam anlamıyla bağlanmış hissetmiyorum. Olmazsa olmazım yok mesala.
Kendin için parlamak, kendini değiştirmek ne zor. Hayal kırıklıklarına göğüs germek deneyimi duymakla yaşayıp içinden geçmek ne farklı şeyler.
Ekimde evlenmemizin üzerinden dört ay geçmiş. Deneyimlerimizi anlamak için biraz zaman geçince üstüne düşünmek çok iyi geliyor. 4 aydır kendime gelmekte zorlanıyordum. Sanki her şeyi bırakmak istiyor gibiydim. Bazı arkadaşlarım evlilikten sonra onlarında aynı duyguya girdiklerini söyledi.
Benim neden böyle olduğumu zaman geçtikçe ve ben kendimi anladıkça daha iyi hissetmeye başladım.
Birincisi artık bireysel evimi kapatmıştım ve eşimin evine taşınmıştım. Artık bizim evimiz olmuştu. Bu da haliyle benim için psikolojik bir zorluk getiriyordu.
İkincisi aynı evin içerisinde iki kişi kalabilmek ve sorunlarının içinde kaybolmamak çok zor. Benim zihnime yeterki çözülecek sorun olsun hemen kendini seferber ediyor.
Üçüncüsü kendim yerine başkalarının sorunlarını çözmeye o kadar çok alışmışım ki ailemdeki sorunlar bile azalmış benim dağ gibi sorunlar dururken. Bir de tabi eşimin de zorlanıyor olması durumları iyice karıştırdı.
Ben hep bir kargaşa hatırlıyorum geçmişime dair. Emir Kustirica filmlerini bilir misiniz. Hep bir eğlence çalgı çengi vardır. Benimki tam tersi hep bir olay var. İyi veya kötü değil hep bir şeyler oluyor. Ki Müge Anlı’ya çıksa köydeki olaylar sırıtmaz ama onlara yaşarken bile takılmadım. Hiç bitmeyen bir uğraş hali. Sanki bizim eve rutin diye bir kelime uğramamış gibi.
Şimdiyse kendi yaşamımı iki kişi yeni bir aile olarak kurgulama vakti. Ve kendi sorumluluklarımdan kaçmak için evdeki diğer kişiye yüklenmemek beni çok zolruyor.
Onun kendi enerjisini yönetememesi gözüme çarpmaya başlıyor. Ama asıl meselenin benim yapmak istediğim şeylere ulaşamamak olduğunu yeni görüyorum.
Para, kariyer, beslenme danışanlarım, şirketin giderleri, yapmak istediğim eğitim programları, Instagramı büyütmek istemek, podcastte tutarlı olmak ohoo sayarken bile yoruldum.
Ama hiçte insanların anlattıkları gibi ilerlemiyor benim sürecim. Bol bol ara vermeler bir önceki yıla göre daha kötüye gitmeler. Bedenimin ne dediğini anlayamadığım ağrılar. Bakmakta zorlandığım evim. Sanki her şey iki ileri bir geri ilerliyor.
Kadınların başarılı olmaktan korktuğunu galiba hepimiz biliyoruz artık. Aileye bağlılık ve bağımsızlık arasında bir seçim dahi düşünelemez. Benim içinde ikisi aynı potada erimişti.
Bu yıl ki yapmaya çalıştığım şey ise bilgimi ve becerilerimi sakınmadan parlamaya ve çoşkulu hissetmeye izin vermek. Kendi önüme koyduğum taşları bir bir kaldırmak istiyorum.
3. Haftaya neleri daha iyi yapabilirim?
Küçükken topladığım otlardan, çiçeklerden, taşlardan ve dallardan resim yapardım. Galiba yine o yalnız başına köyde kendine oyunlar yaratan Hatice’nin heyecanını yakalama zamanı.
4 aydır tamamen iki kişi yaşadığımız süreçten öğrendiğim bazı çıkarımlarım;
1. Sorumluluk Paylaşımı
Yemek yapmayı ben kabul ettim. Lisedeki Hatice’ye ihanet ediyor gibi hissediyorum. Ama Seyf’in o kadar uzunki çalışma saatleri bir şey de diyemiyorum. Ama bence yemek asla bir kişinin sorumluluğu olamaz. Kesinlikle haftada bir iki saat ayrılıp ortak karar verilmeli. Bulaşığı da çoğu zaman o yıkıyor. Ama hala çamaşır konusunu halledemedik.
2. Kişisel Alan ve Özgürlük
1+1 evin en kötü özelliği ne diye sorsalar benim gibi bir odada saatlerce zaman geçiren biri için hiçbir yerin olmaması diyebilirim. Sanırım bir daha ev değiştirirsek bakacağım en önemli şey kendime küçük bir alan ayırabilecek bir ev olacak. Bir de böyle olunca yediğine içtiğine izlediğine her şeye muhalefet oluyorum. Ama kabul et ki elinde olmayan durumlarla kavga etmek enerji tüketir.
3. Bağımsız Kararlar ve Ortak Kararlar
Tatilleri planlamak beni çok zorluyor. Her şeyin bana sorulması stres yaratıyor. Çünkü hep uyumlu olmaya alışmışım. Ben nereye gitsem keyfini çıkartırım diyordum ama sanırım istemeye alanımın olmadığına inandığımdanmış. Şimdi tatil gibi şeyleri istemenin nasıl bir şey olduğunu deneyimlemeye çalışıyorum. Ki Seyf tatilde bol bol yemek istiyor her şeyden o da ayrı bir derdimiz. Henüz bunun çözümünü bulamadım. Stresli olduğu an ayarları geri yükleniyor. Bu bolluk meselesi üzerine bir yazı yazacağım.
4. Sosyal Yaşam ve Arkadaş Çevresi
Bu galiba biraz zor gerçekten. Seyf ailelerden korkuyordu ama bence arkadaş çevresi daha zor. Birlikte yemek yemek adapte olmak bunlar zorlu süreçlermiş. Bazen kaygılarım tetiklenebiliyor.
Sanırım bu süreçteki en öneml şey duygusal bağımsızlık. Bunu bir yere kadar iyi yönetiyorduk ama evlenince biraz daha üzerine düşünmeye ihtiyaç varmış.
Bu biraz ısınma yazısı oldu ama beş altı aydır hayatımda çok köklü bir değişiklik olduğu için değişimi sindirmeye çalışıyordum.
Şimdi kaldığımız yerden her hafta düşündüğüm beslenme ile ilgili konular üzerine yazabilirim.
Beni sabırla beklediğiniz ve abonelikten çıkan kimse olmadığı için de ayrıca teşekkür ederim.
Hem ne kadar biricik olduğumuzu hem de sıradanlığımızı kabul ettiğimiz günler dilerim❤️
Bu seneki yolculuğa katılmasını istediğin arkadaşların varsa aşağıdaki butondan bülteni paylaşarak bana destek olabilirsin.
Sevgiler,
Hatice
Hatice, yine su gibi okuduğum ve kendime ayna tutabildiğim bir yazı oldu bu. İyi ki kendine bir pencere aralamış ve yazabilmişsin. Ben de okurken kendi zorlanmalarımı düşündüm, çok iyi geldi...
Eş olmak, eş olurken eşlik edebilmek, kendimize ve karşımızdakine öyle büyük beceri ve birikim istiyor ki... Zorlanmalarında ve dünyalılıklarında bizimle yaşadıklarını paylaştığın için teşekkürler. Ben de topluluk içerisinde yaşarken en çok "bugün ne yesek?" sorusunda zorlanıyorum. Benim aklıma olanlarla hemen bir yemek geliyor ama dostlarımdan onların da bu sorudan önce kendi içlerinde biraz düşünüp "şunu yapacağım, nasıl olur?" gibi bir plan ile gelmelerini bekliyorum. Bunu dile getirmeyip bekliyor olmak beni duygusal olarak daha da zorluyor...
Duygusal bağımsızlık ne güzel bir kavram, ilk defa senin yazında okudum, çok ilginç...
Sevgilerimle,
Esin